Kur'an-ı Kerîm Dışında Bir Vahiy Var Mıdır?

1. Kıble'nin Tayini

Kur'ân-ı Kerim'in dışında, Hz. Peygamber'e başka vahiyler ve başka ilâhî emirlerin geldiğini bizzat Kur'ân-ı Kerim açıklamıştır. Hz. Peygam­ber (sav) hem Kur'ân-ı Kerim'e hem diğer vahiylerde yer alan emirlere uymaya mecburdu:

"Senin üzerinde bulunduğun Kıbleyi, Peygamber'e tabi olan ile, ar­kasını döneni bilelim diye yaptık." (Bakara: 143)

Yukarıdaki ayet, her çeşit te'vile son veren ve Hz. Peygamber (sav)'e Kur'ân'dan başka vahiylerin gelmediği düşüncesini tamamıyla silen apa­çık bir ayettir. Mescid-i Harâm (Kâbe) "kıble" ilân edilmeden önce, müs­lümanların kıblesi olan yerin (Mescid-i Aksa) kıble ilân edilmesine dair herhangi bir emir Kur'ân-ı Kerim'de yer almıyor. Ama ilk kıblenin Hz. Muhammed (sav) tarafından belirlendiğini ve müslümanların yaklaşık 14 yıl buna dönerek namaz kıldıklarını kimse inkâr edemez. 14 yıl sonra ise, Cenab-ı Allah, Bakara sûresinin yukarıdaki ayetiyle Hz. Muhammed (sav)'in bu kıble seçimini onayladı ve bu kıbleyi kendisinin seçtiğini ilân etti. Nitekim, Cenab-ı Hak ayette diyor ki, "bu kıbleyi, Hz. Peygamber va­sıtasıyla ben seçtim. Bununla gayem, Peygamber'e kimin itaat ettiğini, ki­min etmediğini görmekti". Bu ayet bir yandan, Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'e Kur'ân-ı Kerim'in dışında başka vahiylerin geldiğini, bir yandan da müslümanların, Kur'ân-ı Kerim'de yer almayan bazı konularda Hz. Pey­gamber (sav)'e itaat etmeye mecbur olduklarını beyan ediyor. Hatta Allah katında Rasûlullah (sav)'a imanın, onun vasıtasıyla gelen emir ve talimata uyulma derecesine göre değerlendirildiği de bir gerçektir.

Şimdi bizim sormak istediğimiz soru şudur: Madem ki Hz. Peygamber (sav)'e Kur'ân-ı Kerim'in dışında herhangi bir vahiy gelmiyor, o zaman "kıble" ile ilgili ilâhi emir kendisine nasıl geldi? Bu, Hazreti Peygamber (sav)'e, Kur'ân-ı Kerim'de yer almayan bazı emirlerin de geldiğinin açık bir delili değil midir?

 

2. Mekke'nin Fethiyle İlgili Müjde

Hz. Peygamber (sav) Medine'de rüyada, Mekke'ye girdiğini ve Bey­tullah (Kâbe)'ı tavaf ettiğini görür. Hz. Peygamber (sav) bu rüyasını saha­beye açıklar ve 1400 kişiyle umre yapmak üzere yola koyulur. Mekke kâ­firleri, Hz. Peygamber ile beraberindekileri Hudeybiye adlı yerde durdu­rurlar. Nihayet Hudeybiye Anlaşması imzalanır. Bundan bazı sahabe hayli rahatsız olurlar. Aralarında bu durumdan yakınanlar da vardır. Bunların temsilciliğini Hz. Ömer (r.a.) üstlenir ve Hz. Peygamber (sav)'e sorar: "Ya Rasûlallah, siz bize dememiş miydiniz, biz Mekke'ye gireceğiz ve tavaf edeceğiz? Rasûlullah buyurdular: "Ben bu yolculuk sırasında mı bunun böyle olacağını söylemiştim?" Daha sonra Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Al­lah şunları söyler:

"Andolsun ki Allah, Peygamberine hak olarak gösterdiği rü'yayı tas­dik etti. İnşallah (hepiniz) emin ve korkusuz başınızı tıraş etmiş, kısalt­mış olarak Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilemediği­niz şeyleri bildi de, Mekke fethinden önce size yakın bir fethi mukadder kıldı." (Fetih: 27)

Yukarıdaki ayetten anlaşılıyor ki, rüya yoluyla Hazreti Peygamber (sav)'e Mekke'ye giriş şekli, arkadaşlarıyla birlikte oraya gidişi kâfirlerin onlara mani olacağı, sonra anlaşma yapılacağı, bundan sonra iki sene müddetle müslümanlara umre yapmak imkânı sağlanacağı ve nihayet Mekke fethinin yolunun açılacağı tek tek anlatılmıştı. Bu da, Kur'ân-ı Kerim'in dışında başka vahiy ve ilhamların Hz. Peygamber'e gelmelerinin bir delili değil midir?

 

3. Resulullah (sav) Tarafından Eşine Anlatılan Gizli Şey

Hazreti Muhammed (sav), zevcelerinden birine gizli bir şey anlatır. Ama bu zevcesi bu gizli şeyi başkalarına anlatır. Hz. Peygamber (sav) bu­nun üzerine kendisine serzenişte bulunur ve gizli bir şeyi niçin başkaları­na anlattığını sorar. Zevcesi de hayret içinde kendisine sorar, "Ya Rasûlallah benim bu hareketimi nereden öğrendiniz?" Hz. Peygamber (sav) de der ki, "Bu bilgiyi bana her şeyi bilen ve her şeyden haberdâr olan Allah vermiştir":

"Peygamber zevcelerinden birine bir sözü sır olarak söylediğinde o zevce de diğerine bunu haber verdi. Ve Allah da bunu Peygamber'e bil­dirdi. Peygamber onun bir kısmını bildirmeyip bir kısmını haber verdi­ğinde zevcesi, 'Bunu sana kim haber verdi' dedi. Peygamber de: Her şeyi bilen ve her şeyden haberdâr olan (Allah) bana bildirdi' dedi." (Tahrim: 3)

Kur’an-ı Kerimin her hangi bir yerinde Allah (cc), Resulüne bildirdiği bu şeyin metnini vermemiştir. Yani Resulullahın eşine bildirdiği kısım ile bildirmediği kısmın metni Kur’an’da yoktur. Vahiy ise Allah’ın Resulüne olan bildirilerini taşır. İşte, yine böyle bir bildiriyi getirmiş olan Allah’ın vahyi, metniyle Kur’an’da mevcut olmayıp “vahyi gayri metluv” vahiyle Resulullah’a bildirilmiştir. Allah bildirdiğine şahadet ederken, Resul de “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi”. derken artık bundan öte bir kimsenin, Kur’an’ın iki kapağı arasından başka bir vahyin Resulullah’a (sav) gelmediğini söylemesinin, La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah, şahadetiyle bağdaşabileceğini söylemek mümkün değildir.

Allahuteala, Resulullah’ın (sav) ev hâli ile ilgili bir durumu müminlere neden açıklamıştır? Burada bu özel iletişim hakkında bir işaret verilmek isteniyormuş gibi durmuyor mu?

 

4. Hz. Zeyneb'i Nikahlaması

Hazreti Peygamber (sav)'in evlâtlığı, Zeyd bin Harise (r.a.), karısını boşar, daha sonra Hazreti Peygamber bu kadın (Hz. Zeyneb) ile evlenir. Bunun üzerine münâfıklar ve muhalifler, Hz. Muhammed (sav)'e karşı bü­yük bir iftira kampanyasını başlatırlar. Hz. Peygamber (sav)'i soru ve iti­razlara boğarlar. Cenab-ı Allah bu soruların cevabını Ahzâb sûresinin bü­tün bir rükûsunda vermiştir. Bu ayetlerde, Allahu Teâlâ, Hz. Muhammed (sav)'in, Hz. Zeyneb (r.a.) ile kendi keyfine göre değil, ilâhi emir üzerine nikâh yaptığını açıklar:

"Zeyd o kadından alâkasını kesince biz onu sana zevce yaptık ki, mü'minlere evlâtlıklarının kendilerinden alakalarını kestikleri (boşadık­ları) zevcelerini almakta bir müşkülât olmasın." (Ahzâb: 37)

Bu ayet geçmişte meydana gelen bir vak'ayı anlatıyor. Peki, bu vak'adan önceki Allah'ın emri, yani Hz. Muhammed (sav)'in, Zeyd'in bo­şadığı karısıyla evlenme hükmü Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir yerde ge­çiyor mu?

 

5. Ağacı Kesme İzni

Nadiroğullarının Peygamber Efendimizi öldürme teşebbüslerinden dolayı, Müslümanlarla, Nadiroğulları arasında savaş olmuştur. (İbni Kesir, c.14, s.7800.7804) Bunun üzerine, Allah Resulü, Nadiroğulları’nın sağlam kalelerini muhasara etmiş, onların ümitlerinin kesilmesi ve teslim olmaları içinde, Nadiroğullarının hurmalıklarının belli bir bölümünün kesilmesini emretmişti. Bunun üzerine hurmalıkların bir kısmı kesilmiş, fakat daha sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır. Resulullah’a gelip “Ey Allah’ın Resulü, kestiğimizden dolayı bize bir vebal, bıraktığımızdan dolayı da bir günah var mı?” diye sormuşlardır. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, Haşr suresinin 5. ayetini inzal buyurdu. (Lubabun nukul s.214, İbn Kesir c.14 s.7804) İnen bu ayetle Cenabı Allah müminlerin düşmüş olduğu meseleye çözüm getirmiştir. Ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah’ın izniyledir ve O’nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.” (Haşr 5)

Ayetin ifadesinde de açıkça anlaşılacağı gibi, müminlerin arasında tartışmaya yol açan hurmalıkların kesilmesi, bizzat Allah’ın emriyle olmuştur. Kur’anın her hangi bir yerinde hurmalıkların kesilmesi hakkında daha önceden inzal olan bir ayet yoktur. Olaydan, yani tartışmadan sonra konuyla ilgili inen bu ayet tekdir. O halde Resulullah, Allah’ın izniyle olan bu hurmalıkların kesilmesi emrini, Kur’anda olmayan bu vahyi, vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla almıştır.

Ne var ki, konuyu gereği gibi anlayamayanlar bu hususta da hataya düşmüşlerdir. Müsteşriklerden veya Müslüman evlatlarından olan inkarcılar şöyle bir itirazda bulunmaktadır: “İlk bakışta tamamen doğru gibi görünen bu mantık yürütmenin, ayet yakından incelendiğinde tartışmalı bir hal aldığı görülmektedir. Zira ayetten, ileri sürülen mananın çıkarılması “izin” kelimesine, “müsaade etmek” anlamı verilmesi esasına dayanmaktadır. Ancak bu kelime Arapça da bu anlamda kullanılmakla beraber, onun asıl anlamı “bilmek, bilgisi dahilinde olmaktır.” (İslam düşüncesinde sünnet, Hayri Kırbaşoğlu s. 265), diyen yazar, söz konusu ayetin, ancak ilk anlamı kabul edildiği takdirde delil olabileceğini öne sürmekte ve Mevdudi’den bir nakil alarak, kesme emrinin Resulullah’a ait olduğunu söylemektedir. (age, s.266)

Doğrusu mezkur delilde öncelikli itirazın Müslümanlar tarafından geliyor olması bizi üzmektedir. Üstelik de hatalı olarak.

Olaya dikkatlice bir bakalım: Allah Resulünün emriyle sahabe hurma ağaçlarının bir kısmını kesmişlerdir. Ama daha sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır. Konuyu Allah Resulüne arz ederek bir günah işleyip işlemediklerini sormuşlardır. Zira bu onlara ağır gelmişti. (Lubabun nukul s.214) Bunun üzerine Cenab-ı Allah, sahabenin bu ihtilafına dair vahy göndermektedir. Dikkat edilirse, vahiy sahabenin söz konusu durumuna binaen iniyor. O da, acaba “Biz hata mı ettik, bir günaha mı girdik” demeleridir. Buna göre ayetin ifade edeceği husus, “Hayır, bu sizin yaptığınız işten dolayı size bir günah yoktur. Zira bu, benim emrim ve müsaademle olmuştur.” şeklinde olacaktır. Yani mesele, Allah’ın olan şeylerden haberdar olması meselesi değildir. Bu yüzden ayetteki “izin” kelimesine Allah’ın olan şeylerden, yani hurma kesilmesi hadisesinden haberdar olması ve bilgisi dahilinde olması manasını veremeyiz. Çünkü bu mananın, sahabenin yaptığı ve aralarında çıkan “günah mı ettik acaba” tartışmasına cevap olacak bir konumu yoktur.

Eğer Allah Zülcelalin bir şeyden haberdar olması, o şeyin helal olduğuna delalet ediyorsa, Allah sarhoşun içkiyi içtiği anda da onun bu içişinden haberdardır, ve bunun da o içkinin helal olduğu anlamına gelmesi gerekirdi. Oysa içkinin haram olduğu bellidir. Yani Allah Zülcelal, her kötülüğün yapıldığı esnada ondan haberdardır. Ama Rabbimizin bir şeyden haberdar olması onun helal ve caiz olduğuna delalet etmez. Bu yüzden ayetteki “izin” kelimesi bu davranışlarının bizzat Allah tarafından müşahede edilmiş, izin verilmiş olması manasına alınması ayetin sebebi nüzul açısından uygun olanıdır. Zaten izin kelimesinin müsaade etmek manasına geldiğini beyan eden lügatlerde onun bir şeyi helal kılmak, birine veya birilerine söz konusu meseleyi mubah kılmak anlamlarının olduğu da belirtilmiştir. (Mu’cemul Vasit, bkz.. “ezn” maddesi)

Resulullahın emrinin Allah’tan geldiğini bilen ashabı kiramın aralarında ihtilaf çıkması, onların bu davranışlarından dolayı kimseyi tereddüde düşürmesin. Zira ashab gökten inmiş bir topluluk değildir. Onlar da bizim gibi bir beşerdirler.

Sahabenin ihtilafına sebep olan nokta şudur: Resulullah  (sav) yağmacılığı nehyetmişti. Ben-i Nadir gazvesinde ki savaş bir hiledir. Peygamber efendimiz bir ara sahabesine, hurmalıklardan belli bir bölümünü kesmeyi emretmiştir. Bunun üzerine Nadiroğulları kalelerinden yüksek sesle şöyle bağırdılar: “Ya Muhammed doğrusu sen, bozgunculuğu yasaklar ve bozgunculuk yapanı kınardın. Hurmaları kesmek ve yakmakta ne oluyor öyleyse? (İbn Kesir,c.14,s.7801,7804)

Ağaçlardan bir kısmını kesmekte olan sahabe onların bu sözünü duyunca bazı kimselerin de bu sözden etkilenerek aralarında çıkan bu ihtilaftan kalplerini ve gönüllerini tatmin etmek, günahtan emin olmak için meseleyi Resulullah’a (sav) arz ederler. Cevap yüceler yücesi Allah Tealadan gelir ve yaptıklarının bizzat kendi izni ile olduğunu Resulüne belirtmiştir.

 

6. Bedir Savaşından Önceki Bir Vaad

Allah (cc), Enfal suresinin başında, ganimetin kendisi ve Resulüne ait olduğunu beyan eder. Sonrada Müminlerin vasıflarından bahseder. Daha sonra Cenabı Allah Müminlerin halleri ile bir teşbihte bulunur ve Bedir Savaşı öncesine döner. Şöyle buyurur:

“(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir.” (Enfal 5)

Biz esasen önceki delillerimizde Nebinin, sadece vahye uyduğunu, vahye göre hareket ettiğini bazı ayetlerin eşliğinde izah etmiştik. İşte buradan da Cenabı Allah’ın gönderdiği emirle Resulullah Bedir Gazvesine çıkıyor. Cenabı Allah, emriyle yola çıkan Resulünün çıkışını; “….Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı…” ifadeleri ile izah ediyor.

Allah’u Tealanın bu emri, yani Resulüne (sav) çıkması için gönderdiği bu vahyi Kur’anda mevcut değildir.

O halde, Resulün (as), evinden çıkmasını emreden Allah’ın vahyi Peygamber Efendimize vahyi gayri metluv olarak gelmiştir.

Oysa; Allah Resulü bir işte kendisinden izin isteyene izin verebileceğine dair Allah Zülcelalin emri gelmiştir. (Nur, 62) Fakat, Resulullah, burada, Bedir’e çıkışta bazı kimselerin çıkmaya hiç de gönlü olmadığı halde, onlara izin vermedi. Nitekim Allah’u Teala bunu Kur’anda açıkça belirtmektedir:

“(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı.” (Enfal 5-6)

İstişare etmesi istenen Allah Resulüne savaşmaya zorlayan, istişare sonucuna uydurtmayan, fakat Müminleri razı edene kadar onları dinlemeyen ve nihayet kılıçları çektirene kadar direttiren şey neydi? Allah (cc); “istişare et” “izin isteyene izin ver” derken, Müminleri savaşa sokup da onlardan bazılarının ölümüne sebep olmak bir Peygamber için olacak şey değildir. Yoksa Resulallah (sav), Allah’ın emrine isyan etmiş (haşa), O’nun emrinin önüne geçerek, dinde dilediği gibi hareket etme, inisiyatifini mi ortaya koymuştu?

Hayır! Bunların hiç biri değildir. Vahiyden başka hiçbir şeye tâbi olmadığına şahitlik eden Allah (cc), Resulünün kervan değil orduyla savaşmasını emretmiş, bu hususta Allah’ın önceden sonuca bağladığı muradı yerine getirilmiştir. Yani Resule savaşa çıkması için vahiy gelmişti.

Oysa Kur’anda böyle bir vahiy mevcut değildir. Gerek bu vahiy gerekse Allah’ın (cc) vaat ettiği “iki taifeden biri” müjdesi Kur’anda mevcut olmayıp vahyi gayri metluv yoluyla gelen vahiylerdir. Şöyle buyuruyor yüce Allah:

“Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz.” (Enfal 7)

Mealini verdiğimiz bu ayette cenabı Allah’ın daha önceden vaat ettiği “iki taife” sözü vardır. (Geniş bilgi için tefsirlere bakılabilir) Bu iki taifeden maksat biri kervan, diğeri de Ebu Cehil’in başkanlığında gelmekte olan ordudur. Cenabı Allah, önceden karara bağladığı, bunun tahakkuku için Resulünü evinden hak ile çıkarıp Bedir meydanında buluşturduğu küfür ordusunun arkasını kesmeyi önceden murad etmişti. Allah (cc) bu orduyu istiyordu. Bunun içinde Müminlere: “Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu;” şeklinde hitapta bulunuyor. Bu hitap, Kur’anda daha önce geçmiş bulunmamaktadır, yani, Allah’ın “yaptım” dediği hitabı Kur’anda yoktur. Çünkü bu hitap vahyi gayri metluv ile bildirilmiş, cenabı Allah, bu yolla Müminlere vaatte bulunmuştur.

 

7. Müslümanların Yalvarışına Cevap

Aynı Bedir savaşıyla ilgili Allah'ın (cc) değerlendirmesi devam ediyor ve ilerde bir yerde şöyle deniyor:

"Hani, siz Rabbinizden imdat istediğinizde, 'size peyderpey bir me­lekle yardım edeceğim' diye icabet buyurdu." (Enfâl: 9)

Müslümanların feryadına Allah (cc) tarafından verilen cevabın, Kur'ân-ı Kerim'in herhangi bir yerinde bulunduğunu söyleyebilen çıkar mı?

Bu tarz kuşkusu olanlara, ben bir değil, iki değil tam 7 ayrı misal ver­dim. Kur'ân-ı Kerim'e istinaden verdiğimiz bu misaller, Hazreti Peygam­ber (sav)'e Kur'ân-ı Kerim'den başka da vahiylerin geldiğini ispatlamakta­dır. Konumuzu daha ileriye götürmeden önce Hakka boyun eğmeye hazır olup olmadığınızı bilmek isterim.

 

8. Ezan ve Cuma Namazı

"Ey mü'minler, Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman hemen Al­lah'ın zikrine gidin. Alış verişi terk edin." (Cum'a: 9)

Yukarıdaki ayette üç nokta dikkate değerdir: 1) Namaz için genel bir duyuru ve çağrı yapılması. 2) Bu çağrının cuma günü kılman namaz ile il­gili olması. 3) Bu iki şey için, "önce namaz için çağrı yapın ve cuma günü özel bir namaz edâ edin" gibi bir ifadenin kullanılması. Burada kullanılan ifade gösteriyor ki, İnsanlar namaz kılmakta, özellikle cuma namazına git­mekte tembellik yaparlardı, oyalanırlardı ve alış verişlerine devam eder­lerdi. Bu sebeple, Cenab-ı Allah (cc) bu ayeti indirmeyi uygun gördü. Allah (cc) bu ayetle, insanların namaz çağrısını dinlemelerini, bu özel namazın önemini ve farz olduğunu bilerek camilere koşmalarını istemiştir. Bu üç noktaya dikkat ettiğimizde de Allah'ın (cc) Hz. Peygamber (sav)'e Kurân’dan başka da emirler verdiği ve bu emirlerin Kur'ân-ı Kerim'de yer alan emir ve talimat kadar itaate lâyık olduğu ortaya çıkar.

Yukarıda namaz için çağrı olarak tanımlanan şey "ezân"dan başka bir şey değildir. Ezan bugün bütün dünyada ve hususiyetle, müslüman ülke­lerde müminleri beş vakit namaza çağırmak için müezzinlerin minarelerden okudukları Allah'ın (cc) kelâmıdır. Fakat çok gariptir ki, Kur'ân-ı Ke­rim'de hiçbir yerde ne ezân'ın sözleri yer almıştır ne de mü'minlerin bu şe­kilde namaza çağrılması gerektiği belirtilmiştir. Bu geleneği bize Hazreti Muhammed (sav) aktarmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de bu gelenek iki yerde tas­vip edilmiştir. Biri yukarıdaki ayette, biri de Maide suresinin 58. ayetinde.

Aynı şekilde, bugün bütün dünyada müslümanların çok iyi bildiği cu­ma namazının ne edâsı ne zamanı ne de mahiyeti hakkında Kur'ân-ı Ke­rim'de hiçbir yerde bilgi verilmemiştir. Bu (cuma namazı) Hazreti Pey­gamber (sav)'in öğrettiği bir şeydir. Yukarıdaki ayet de yalnızca bu nama­zın farz olmasını belirtmek üzere indirilmiştir.

Bu kesin delilden sonra eğer bir kişi yine de şer'i emir ve kanunların yegâne kaynağının Kur'ân-ı Kerim olduğunu söyler ve Hadis ile Sünnet'in nazar-ı itibara alınmaması gerektiğini ileri sürerse, ben onun Kur'ân-ı Ke­rim'in de inkarcısı olduğunu söylerim.

 

9. Namaz Edâ Etmenin Yolu

"Gördün mü şu kimseyi ki menetti. Namaz kıldığı zaman bir kulu" (Alak: 9-10)

Yukarıdaki ayetle bahsedilen "kul", Hazreti Muhammed (sav)'den başka kimse değildir. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Muhammed (sav)'den, bu şe­kilde çeşitli yerlerde bahsedilmiştir. Meselâ (İsra) sûresinde 1. ayette şöy­le denmiştir: "Kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gö­türen (Allah) münezzehtir". Kehf sûresinin birinci ayetinde şöyle buyurul­muştur: "Hamd o Allah'a mahsustur ki, kuluna Kitab'ı (Kur'ân) indirdi". Cin sûresinin 19. ayeti de şöyledir: "Allah'ın kulu, O'na ibadet için kalktı­ğı zaman nerdeyse cinler etrafında üst üste yığılıyorlardı." Bunlardan an­laşılacağı gibi bu, Allah'ın sevgili peygamberine mahsus bir hitabet şekli­dir ve kendine sevgisini belirten bir konuşma tarzıdır. Yukarıdaki ayetten, Allah'ın Hz. Peygamber (sav)'i, peygamberliğe getirdikten sonra namaz kılmasını da öğrettiği anlaşılıyor. Ancak namazın nasıl kılınması gerekti­ğine dair Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir kayıt yoktur. Bu da Hz. Pey­gamber (sav)'e Kur'ân-ı Kerim'in dışında da başka emir ve talimatın verildiğinin başka bir delilidir.

 

10. Orucun Önceden Farz Kılınması

Cenabı Allah müminlere orucu farz kılmıştır. (Bakara, 183-184) Oruç, ilk farz kılındığı zaman yatsı namazından sonra başlıyor ve güneş batana kadar devam ediyordu. Yani sahur yoktu ve yatsı namazından sonra kadınlara yaklaşmakta haramdı. (Lubabun nukul, s. 25,27, İbn Kesir, c. 3, s. 728-729) Rivayetler de, bazı sahabelerin Ramazan boyunca eşlerine yaklaşmadıkları ve bu yüzden de nefislerinden korktukları rivayet edilmektedir. (Lubabun nukul, s. 26) Bunun üzerine Allah’u Teala Bakara suresinin 187. ayetini indirdi. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.” (Bakara 187)

İşte bu ayetle Allah (cc), mümin kullarına merhamet etmekte, onlara eşlerine yaklaşmalarını ve sahur yemeğini helal kılmaktadır. Zira Allah (cc) müminlerin nefislerinden korktuklarını ve bu suça irtikap edeceklerini bilmişti böylece indinden bir rahmet olarak bunları helal kılıyor. Kur’anda kadına yaklaşmanın ve sahurun helal kılındığına dair Allah’ın emri mevcuttur. O halde önceki haram emri nerede? Kur’anın her hangi bir yerinde bu haram mevcut değildir. O halde Resulullah bu emri Allah’tan (cc) nasıl aldı? Elbette ki vahyi gayri metluv ile.

Dikkat edilirse, ayette hakiki manasında bir af geçiyor. Af, yapılan günahı bağışlamak içindir. Günah ise, bir emre aykırı davranıp onu çiğnemekle meydana gelir. Demek ki bu ayetten önce, kadınlara yaklaşma ve sahur yemeği konusunda bir yasak vardı, bir haram hükmü vardır ki bazı kimseler bir hataya düşerek eşine yaklaşmış veya sahur yemeği yemiş böylece günah işlemişlerdir. Allah (cc) onu affediyor ve daha sonrada onlardan bu yükü kaldırıp onlara bu iki hususu helal kılıyor.

Şunu önemle belirtelim ki; Cenabı Allah’tan Resulullah’a (sav) önceki şeriatı takip etmesiyle ilgili emir gelmeden, Peygamber bir ibadet benimseme, veya öncekilere uyma gibi bir yetkisi yoktur. Zira her peygambere Allah (cc) ayrı ayrı şeriat ve yol vermiştir. (Maide 48) Esasen önceki dinlerin hem itikadî yönleri hem de şeriatları bozulmuş, tahrif edilmiştir. Resul aleyhisselam da onların sahih oluşundan haberdar değildir. (Yusuf 3, Şura 52) Bu yüzden Resulullah (sav) sapık görüşler arasından bulmaca çözer gibi şeriat bulup almakla değil, Allah’ın (cc) göndereceği vahye tâbi olmakla görevlendirilmiştir. Nitekim önceki şeriatlar hem akide hem de şeriatça bozuldular ki, Peygamber Efendimize yeni şeriat nazil oldu.

 

Text Resize